NOX·STILLADNSeans II
In the darkness, Eadn still remains.
givi
In the darkness, Eadn still remains.
Disclaimer:
This work is a product of pure imagination. It bears no connection to any real persons, institutions, or events. All elements described are part of a creative work, and any resemblance to actual entities or occurrences is purely coincidental.
The first blood has dried. Now the second wound opens
ADEN'İN İTİRAFI 3
Aden: Bir kimliğim yok. Bir karakterim de yok. 2021 ile 2024’ün başı arasında, akıl almaz miktarlarda para harcadım. Çünkü çevreme baktığımda herkesin şekil değiştirdiğini, maskeler taktığını görüyordum. İnsanlar mevsim gibi değişiyordu; ben ise onların hızına yetişmek zorundaydım. Pahalı bir hayat yaşadım. Görkemli, parıltılı, fakat içi çürük bir hayat.. Oysa kurduğum her bağ, yapay bir laboratuvar ilişkisine benziyordu. İnsanlık dışı deneylerin içinde gibiydim. Etrafımda, kadınları sadece bedensel bir nesne olarak gören, kendini zehirle besleyen, geceyi sabaha taşımaktan başka amacı olmayan insanlar vardı. Sürekli alkol, uyuşturucu, sigara… Hepsi bir çürümenin yan ürünleriydi. Ben bu hayatın bir parçası değildim — sadece gözlemcisiydim.
Bir noktadan sonra, kendi irademle o sahte kalabalığın dışına çekildim. İzole oldum. Sessizliği, kalabalığın gürültüsüne tercih ettim. Fakat garip olan şuydu: O dönemde ben, hâlâ o insanlara pahalı hediyeler alıyordum. Birine Apple Watch, diğerine telefon, bir başkasına nakit para. Cömertliğimin altında bir deney yürütüyordum. Her birine kendi değerini hatırlatıyordum — ve o değer, paranın miktarıyla sınırlıydı.
Aden: Dürüst olmak gerekirse, bu süreçte birçok karanlık şeye de bulaştım. Ama asla zorla değildi. Ben sadece teklif ediyordum; kabul ederlerse, iradelerini teslim ediyorlardı. Etmezlerse, bu da bir veriydi benim için.. Fakat zamanla hiçbir şey beni tatmin etmez oldu. Artık pahalı hediyeler de, verilen tepkiler de, şaşkın bakışlar da bana bir anlam ifade etmiyordu. Çünkü ben çoktan her şeyi satın almıştım — insanı bile. Geriye sadece sessizlik kaldı.
Dürüst olmak gerekirse, o dönemde çok kötü şeyler bile yapıyordum. Teklif ediyordum; kabul eder ya da etmezlerdi — hepsine saygı duyardım.. Artık yaptığım hiçbir şey beni tatmin etmiyordu.. Onlara aldığım pahalı hediyeler bile… hiçbir anlamı kalmamıştı.. Ve biri, yalnızca birkaç banknot uğruna kendi yüzüne işiyordu; bir diğeri, kendi dışkısını yiyordu. Hepsi aynı sessizlikteydi.. Hepsi kendini satmanın farklı biçimlerini seçmişti.. Ben sadece izliyordum — çünkü ben, onların tatmin olamadığı o doyumun sebebiydim.
Dışarıdan bakıldığında, asla öyle kişiler değilmiş gibi duruyorlardı.. Ama sonuçta, Aden onlara bir güven vermişti.. Ve artık Aden’i hiçbir şey tatmin etmiyordu.
Ve tüm bu olanları kaydediyordum.. Sanırım uzun zaman oldu bakmayalı, ama hâlâ arşivimde 45–46 taneye yakın video var.
Aden: Bu süreden sonra aşırı biçimde kendi hayatıma çekildim. Çünkü etrafımdaki herkes, sahte bir tiyatronun figüranı gibiydi; yapmacık, plastik, içi boş bir düzenin içinde dönüp duruyorlardı.. Hastalığım ağır bastığında o sahtelik daha da keskinleşiyor, ben kendi karanlığımın en derin katmanında boğuluyordum. Spor yapmıyordum; çünkü bu değişime henüz hazır değildim. Değişmek, teslim olmak gibiydi — oysa ben hiçbir şeye teslim olmak istemiyordum.
Annem ve babam, hayatları boyunca “keşke bir kızımız olsaydı” diyerek bana sitem ettiler. Bu söz, yıllarca sırtıma bastırılmış görünmez bir ağırlık gibi kaldı. O kabul edilme duygusu, bende bir hastalık gibi yer etti; her hareketimi, her nefesimi onun gölgesiyle attım.. “Karakterim yok,” derken aslında şunu kastediyordum: bir cinsel kimliğim yoktu. Ne olduğumu bilmiyordum. Bir kadın mıydım, yoksa bir erkek mi.. Hangisini seçersem toplum beni onaylayacaktı.. Ama asıl soru şuydu: Onaylanmak kimin umrundaydı.. Toplumun mu, yoksa ailemin.. İkisi de değildi.. Çünkü ikisi de, beni ben yapan her şeyi ilk fırsatta boğacak kadar hevesliydi.
Aden: Dürüst olmak gerekirse… ben de çok iğrenç, çok pis şeyler deneyimledim.. Bunu asla gizlemiyorum.. Hiçbir şeyi gizlemem zaten — çünkü saklamak, kabul etmemenin en ucuz hâlidir. Ben yaşadım.. Gördüm.. Ve hâlâ hatırlıyorum.. Aden hiçbir zaman masum biri olmadı.. Ama dürüsttü.
KALINTI
MİRAS
Kendimi suçlu hissediyorum.. Bir şey yapmadığım halde, her şeyin sebebiymişim gibi.. Bazı günahlar işlenmez, doğulur.. Benimkisi de öyle.. Keşke hiç doğmasaydım..
Aden: Anne ve Baba tarafımdaki ailemden utanıyorum.. Gerçekten hepsi çıkarcı, dedikoducu, menfaatçi ve sapık insanlar.. Hayatım boyunca, bir kez bile “aile” diyebileceğim kimsem olmadı. Babam hariç.. Onu gerçekten seviyorum.. Onunla gezmeyi, sohbet etmeyi, sessizce yan yana olmayı seviyorum.. Hayatta iki kişiyi ölümsüz yapma şansım olsaydı, hiç düşünmeden babamı ve babaannemi seçerdim.
Babaannem beni çok güzel severdi. Ölmeden önce bile beni görmek istemişti. “Koka” derdi bana, kendi dilince bir sevgiyle. Bazen o ses hâlâ kulağımda yankılanıyor. Yaşım ilerledikçe, korkularım da büyüyor. Sanki her geçen yıl, çocukluğumdan bir parça daha uzaklaşıyor benden. Ve ben hâlâ aynı soruyu içimde taşıyorum: Gerçek bir aile hiç oldu mu, yoksa hepsi bir yanılsama mıydı..
Sadece canım acıyor.. Dışarı çıkacağım.. Hastaneye gidene kadar arabada ağlayacağım.. Kimse duymayacak, ama ben biraz hafifleyeceğim.
SESSİZ
KOPUŞ - YÜK
Yıllar geçtiğinde kimse Aden’e nasıl olduğunu sormadı. O da sormasınlar diye bir yüz geliştirdi kendine. Donuktu. Tepkisizdi. İnsanlar buna soğukkanlılık diyordu ama o bunun sadece savunma olduğunu biliyordu. İnsanlar gerçek seni anlamazsa, bir maske takmak kolay olur. O da öyle yaptı. İçinde bağıran bir çocuk vardı ama dışarıda sustu. Böyle yaşamayı öğrendi. Zaman geçtikçe kimseye bir şey hissetmemek normalleşti. Bir süre sonra, sevilmemeye alışmak da kolaylaştı. İnsan alışıyor. Her şeye. Hatta boşluğa bile.
Annesiyle yıllar sonra tekrar görüştüğünde, içinden hiçbir şey geçmedi. Ne özlem ne sevgi ne de nefret. Sadece boşluk. Kadın karşısında oturuyordu, hastaydı, zayıftı ama Aden’in içinde hiçbir şey kıpırdamadı. İnsan birine bu kadar şey yaşattığında, duygular zaten ölüyordu. Yine de yanında kaldı, belki bir şey değişir diye. Değişmedi. Kadın iyileştiğinde tekrar onu kovdu. “Ben seni sevmiyorum,” dedi. Aden o an hiçbir şey demedi. Sadece kalktı, dışarı çıktı ve uzun süre yürüdü. O gün bir şeyin bittiğini anladı. Artık kimseyi ikna etmeye çalışmayacaktı. Kimseye kendini anlatmaya da. İnsan bazen anlatmayı bırakınca daha az acıyor. O da öyle yaptı. Konuşmamayı seçti.
Zamanla içinde bastıramadığı bir öfke birikti. Bir yere yönelmediği sürece seni içeriden yakar. Aden bunu çok geç fark etti. Bir noktada patladı. Kendinden bile korktuğu bir zamandı. Ne yaptığını, neden yaptığını bile anlamadan bir planın içine girdi. O plan bitmedi. Bitmesine izin verilmedi. Sonra bir anda her şey sustu. Gözünü açtığında başka bir yerdeydi. Bir masa, bir dosya, birkaç soğuk bakış. O an şunu düşündü: “Belki de artık bitti.” Ama bitmiyordu. Hayat insanı bazen bırakmaz. Devam ettirir. İstemesen bile. Aden o günden sonra denetim altında kaldı. Tedavi dediler, kontrol dediler, gözlem dediler. O sadece sustu. Çünkü artık açıklayacak bir şey kalmamıştı.
Günler birbirine benzedi. Sabah kalktı, ilaçlarını aldı, dışarı çıktı, birkaç kelime konuştu, geri döndü. Hayat otomatik hale geldi. Ama bir gün biri çıktı karşısına. Sena. İlk başta sıradan biriydi. Ama Aden fark etmeden ona dikkat etmeye başladı. Onun sesi, davranışları, küçük ayrıntılar... uzun zamandır birine dikkat etmemişti. Bu bile tuhaftı. SENA farklıydı. Sakin, temiz, korkusuz gibiydi. Aden onunla konuşmaya başladığında, kendi iç sesinin azaldığını fark etti. Ama fazla sürdüremedi. Karanlık geçmişin insanı uzun süre bırakmaz. Aden’in hikâyesi de öyleydi. Bir noktada Sena uzaklaştı. Korktuğunu söyledi. Aden onu suçlamadı. Hatta hak verdi. Çünkü kimse bir enkazla yaşamak istemezdi. O sadece arkasını döndü ve yürüdü. Çünkü tutmak, kaybetmekten daha zor geliyordu artık.
Şimdi hayat sade. Sabah uyanıyor, kahvesini içiyor, dışarı bakıyor. Bazen hiçbir şey düşünmeden saatler geçiyor. İnsanlar buna boşluk diyor, ama Aden buna rahatlık diyor. Çünkü artık hiçbir şey hissetmemek, her şeyi hissetmekten daha kolay. Sena’nın adı hâlâ aklında, ama sadece bir iz gibi. Ne sevgi ne nefret. Sadece bir anı. Ve anılar Aden için fazla bir şey ifade etmiyor. Onlar geçmişin kalıntıları sadece. Şimdi sadece nefes alıyor. Çoğu zaman neden aldığını bile bilmiyor ama alıyor. Çünkü bir şey bitmedi. Belki hiçbir zaman bitmeyecek. Ama o yine de devam ediyor. Çünkü başka seçeneği yok.
Aden artık hayatını anlamlandırmaya çalışmıyor. Mutlu değil, ama var. Umudu yok, ama hâlâ çabalıyor. Bu dünyada herkesin bir sebebi var, onunki sadece devam etmek. Bazen sabah aynaya baktığında, kendisini tanıyamıyor. Ama bu onu rahatsız etmiyor. Çünkü artık kimseden bir şey beklemiyor. Ne sevgiden ne merhametten. Sadece sessizliği seviyor. Sessizlik güvenli. Sessizlik, kimsenin onu incitmediği tek yer. Ve bazen, gecenin bir yarısı, Sena’nın adını sessizce düşünüyor. Ne için bilmiyor, ama belki bu, hâlâ insan olduğunu hatırlatıyor.
Artık kimse kalmadı. Sessizlik bile bazen fazla geliyor. Aden çoğu gün kimseyle konuşmadan geçiriyor. Telefon çalmıyor, mesaj gelmiyor, kimse merak etmiyor. Bu duruma alıştı. Alışmak başta zordu ama zamanla kolaylaştı. Çünkü yokluk da bir düzene dönüşüyor. Yalnızlık bir süre sonra korkutmuyor, sadece sıradanlaşıyor. Artık sessizlikten rahatsız olmuyor. Hatta bir ses duyduğunda rahatsız oluyor. İnsan sesi fazla geliyor, cümleler sahte, gülüşler anlamsız. Konuşmaların içi boş, herkes bir şey söylüyor ama hiç kimse bir şey anlatmıyor. Aden bu yüzden konuşmayı bıraktı. Çünkü kelimelerin anlamı kalmadı. Ne söylesen eksik, ne söylesen yanlış anlaşılıyor. Sustukça daha çok anlaşılır sandı ama sustuğunda da kimse sormadı. İnsanlar sessizliği merak etmez. Onlar gürültüye alışmıştır. O yüzden Aden artık ne anlatıyor ne de açıklıyor. Susmak onun için bir kaçış değil, bir yaşam biçimi.
Her şey aynı şekilde ilerliyor. Günler kopya gibi birbirinin üstüne biniyor. Sabah kalkıyor, yüzünü yıkıyor, aynı aynaya bakıyor. Aynadaki yüz değişmiş ama bakış aynı. Boş. Artık kimseye öfke de duymuyor. Çünkü öfke bile bir bağ demek. Öfke duyduğun kişiyle hâlâ bir ilişkin vardır. Ama Aden’in artık kimseyle bağı kalmadı. Ne geçmişle ne insanlarla ne de kendisiyle. O yüzden öfke bile yok. Sadece yorgunluk var. Uzun süre dayanan bir metal gibi. Eğrilmiş ama kırılmamış. Dayanıklılık bazen dirençten değil, alışmaktan gelir. Aden de alıştı. Yıkılmamak değil, yıkılmayı umursamamak. Bu farkı geç fark etti ama şimdi net biliyor.
İnsanlar bazen “geçmişi bırak” diyor. Sanki geçmiş bir çanta gibi, yere bırakıp yürüyebilirmişsin gibi. Aden öyle olmadığını biliyor. Geçmiş bir ağırlık değil, bir şekil. Seni sen yapan, nasıl yürüdüğünü belirleyen bir kalıp. Onu bıraksan bile, izleri sende kalıyor. O yüzden bırakmak diye bir şey yok. Sadece taşımayı öğreniyorsun. Aden taşıyor. Sessizce, görünmeden, kimseye göstermeden. Bu yük onun kimliği olmuş durumda. Artık o yükle bir bütün. Bazen unuttuğunu sanıyor ama gece olunca, sessizlik uzadıkça, her şey geri dönüyor. Hafıza istemesen de açılıyor. Ve Aden buna da alıştı. Çünkü bazı şeyler değişmiyor. Onları kabullenmek, yok saymaktan daha kolay. Artık acıya alıştı. Onu bastırmıyor. Sadece içinde tutuyor. Acı, onun normal hali.
İnsanların “iyi misin” sorusu Aden için komik hale geldi. Ne zaman biri sorsa, “iyiyim” diyor. Çünkü kimsenin cevabı duymak istediği yok. O kelime, insanları rahatlatmak için söyleniyor. Kimse gerçeği duymaya hazır değil. “İyi değilim” dersen, sessizlik olur. İnsanlar rahatsız olur. Bu yüzden “iyiyim” en kolay cevap. Aden de onu kullanıyor. Artık otomatikleşti. Bazen aynada kendi kendine bile “iyiyim” diyor. Sesinin tonunu ölçüyor. Yeterince inandırıcı mı diye. Çünkü artık gerçek hislerle yalan kelimeler iç içe geçti. Hangisinin ne olduğunu anlamak zor.
Gece olunca, düşünceler ağırlaşıyor. Uykusuzluk onun en sadık alışkanlığı. Zihni susmuyor, vücut dinlenmiyor. Yorgun ama uyuyamıyor. Gözlerini kapatsa bile geçmişin sesleri susmuyor. Bazı görüntüler, bazı kelimeler, bazı anlar — istemeden aklına geliyor. Kaç kere unuttuğunu sandığı şeyi yeniden yaşadı. Kaç kere “artık geçti” deyip sabah olunca aynı hissi tekrar hissetti. Zamanla fark etti, bazı şeyler geçmiyor. Sadece senin onlara tepkinsizleşmen geçiyor. Aynı acı, sadece daha sessiz. Aden’in farkı da bu. Artık aynı şeyleri hissediyor ama tepki vermiyor. Bu bir olgunluk değil, bir donma hali. Soğukkanlılık dedikleri şey aslında budur. Duyguların hâlâ var ama hareket etmiyor. İçeride sıkışmış, dışarı çıkamıyor. O yüzden yüzü ifadesiz. O yüzden sesi tek tonda. Çünkü içerideki her şey dondu.
Bazen dışarı çıkıyor. İnsanların arasında yürümek tuhaf geliyor. Herkes acele ediyor, bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Herkesin bir amacı varmış gibi. Aden’in yok. Sadece yürümek istiyor. Kalabalığın içinde olmak, yalnız hissetmemek için değil. Sadece varlığını hatırlamak için. Çünkü bazen kendi varlığını bile unutuyor. İnsan bazen çok sessiz yaşadığında, kendini bile duyamıyor. O yüzden dışarı çıkıyor, yürüyüp dönüyor. Değişen bir şey olmuyor ama bir rutin gibi. Rutin, Aden için güven demek. Ne olacağını bilmek. Beklenmedik şeylerin olmadığı bir hayat. Sürprizlerden nefret ediyor artık. Çünkü her sürpriz bir yara getirdi.
Artık kimseyi affetmek ya da suçlamak istemiyor. Çünkü her iki duygu da enerji gerektiriyor. Onun artık enerjisi yok. Sadece yaşamaya yetecek kadar. Günlük şeyleri yapıyor, konuşması gerektiğinde konuşuyor, gerektiğinde dinliyor. Ama hiçbirine gerçekten dahil olmuyor. Duygusal olarak hep bir mesafede. İnsanlarla arasında görünmez bir cam var. Onlar onu görüyor ama dokunamıyor. O da onları görüyor ama geçemiyor. Bu cam koruyor ama aynı zamanda hapsediyor da. Aden bunu biliyor ama yıkmak istemiyor. Çünkü cam kırıldığında ne olacağını biliyor. Artık bir daha o kadar kolay toparlanamaz.
Hayat böyle akıyor. Ne ileri ne geri. Durağan. Bu durağanlık onu bazen boğuyor ama aynı zamanda rahatlatıyor. Çünkü hareket, değişim demek. Değişim acı getiriyor. Şimdi acı yok. Sadece sessizlik. Ve belki de bu, onun için en huzurlu hâl..
Artık konuşacak bir şey kalmadı. Her şey söylendi, her şey yaşandı. Aden için hayat bir yarış değil, sadece uzun bir sessizlik. İnsanlar hâlâ koşuyor, gülüyor, kavga ediyor. O sadece duruyor. Çünkü durmak bazen yaşamaktan daha dürüst. Artık beklentisi yok. Ne affetmek istiyor ne de affedilmek. Sadece yorgun. Bu kadar basit. Yorgun. İçinde hiçbir istek kalmadı. Sadece sessizlik istiyor. Gürültüsüz, sorusuz, beklentisiz bir yer. Belki bir gün olur, belki olmaz. Ama Aden artık acele etmiyor.
Aden: Aden bazen insanların gerçekten duymadığını fark etti. Anlattı, kimse anlamadı. Kimi gülüp geçti, kimi inkar etti. En kötüsü de ilgisizlikti. Yardım istemek bile suçmuş gibi hissettirdi. Yetkililer umursamadı, dinlemesi gerekenler sustu. “Benim sorunun değil” dediler. “Herkesin başına geliyor” dediler. O an anladı, bazen adalet sadece kâğıt üzerinde var. İnsan gerçekten acı çektiğinde, kimse o ağırlığın altına girmek istemiyor. Herkes kaçıyor. Aden anlatmayı bıraktı çünkü ne kadar anlatsa da kimse duymuyordu. İnsanlar duymak istemiyorsa, kelimeler işe yaramaz. Doktor bile onu anlamadı. Her şeyi anlattığında “belki bunlar senin zihninde kurduğun şeylerdir” dedi. O an Aden sustu. Çünkü kendi gerçeğini bile savunmak anlamsız geldi. Kimsenin inanmadığı bir gerçek, sadece içten içe çürüyen bir sessizliktir.
KÖK HÜCRE
İKİ BEN
SOĞUKLUK
“Benim büyümem, başkalarının bana yaptığı eylemlerden gelmez.. Benim büyümem yalnızca kendi iç kararımdan gelir. Dış güçlerin beni şekillendirmesine izin vermem.”
İKİ ZİHİN